Monday, October 30, 2006

İnsanlar Liberalizme Neden Teslim Olurlar?

Öncelikle insanlar genelde bir teslim durumundadır. Öyle olmasaydı, herhangi bir siyasal sistemin sürüp gidiyor olma olasılığı çok düşerdi. Aynı insanlar, sudaki balık rahatlığıyla, faşizmde, reel sosyalizmde, şeriatta, vd rahat rahat yaşayabiliyorlar.

Sonrasında iktidar seçkinleri, havuç-sopa tekniğini yeni diziler bularak genelde başarıyla sürdürüyorlar.

Liberalizmin havuçları neler?

Sınıf atlama, köşeyi dönme, imaj, vd…

Liberalizmin sopaları neler?

İşsiz kalma, evlenememe, çok seyrek de olsa hapis…

Genç bir insan bir iki kere peşpeşe iş-işsizlik stresini yaşadı mı, % 90 zaten teslim oluyor.

Türkiye 1983-2006 özeline bakalım:

Özal 3 yıllık 80 darbesi şokunun üzerine, 1 gecede akşamdan sabaha vitrinleri dolduruverince, herkesin direnci dağıldı. Dünyevileşme çok hızlandı, maneviyat yitimi başladı.

Çiller geldiğinde, Özal döneminin şekeri bitmiş, odunu kalmıştı. Hemen hemen aynı yığın bir daha paraya saldırdı. ancak bu kez devreye iç savaş ve yozlaşma girdi. Maneviyat çökümü korkunçtu.

Erdoğan geldiğinde, bu eksik maneviyata oynadı ve kaybetti. Çiller döneminden daha vahşi bir liberalizm sağanağı geçti. Bu kez ayakta kimse kalmadı. Artık kronik kriminal bir ülke olduk çıktık.

Bu 3 dalgada, %o 1 azınlık direnç gösterdi. Bu 70.000 kişinin çoğu kötü koşullarda yaşayıp öldü. Daha da azı, sistemle uzlaşıp onu eleştiriyor görünerek, sistemin devamını sağlıyor duruma geldi.

Bu çığı durdurmak mümkün müydü? Elbette evet. Halk bu denli teşne olmasaydı, iktidar bu denli güçlü olamazdı.

Peki, gidişat tersine döndürülebilir mi? Elbette evet. Tarihe baktığımızda, devrimler ve karşı devrimler belli bir salınımda gider gelir.

Dibe ne zaman vurulacak? 2002’de öyle görünmüyordu ama 2007’de öyle görünüyor olacak: 4. liberalizmi de bu ülkenin bünyesi çekiyor ve kaldıracak. Bu nedenle dip 2008-2010 arasında olacak ve 2 yılı bulabilecek.

Tüm bunların yerine, reel 10.000 dolarlık ‘GNP per capita’ olabilirdik. Yalnızca çok israf yaptık. En mikrosundan, en makrosuna dek kıçımızı parayla sildik. E tabii, birileri bunu ödeyecek.

İşte o zaman insanlar artık liberalizme teslim olmaamayı düşünecekler, çünkü ‘yediğin hurmalar kıçını feci tırmalar’.

Wednesday, October 25, 2006

Gelecek Bilgiciler İçin Aydınlık mı?

Bu soruyu şöyle algılayabiliriz:

Hangi gelecek hangi bilgiciler için hangi aydınlanmada olabilecek ya da olmayabilecek?

Benim, ‘ana yapısı kognitif-informatik olan’ artı ‘meta-kognisyon novumlu’ tiplemem için yakın gelecek parlak değil.

Neden?

Ana neden, bu limitin oluşması için oldukça uzun süre gerekecek olması. Ortalama eğitimin 0’dan 5’e çıkması 100 yıl aldı. 21. Yüzyıl’da henüz herkesin okuryazar olmadığını da biliyoruz. Ortalama ise, okuryazarlığın öğrenildiği 1 yıldan yukarıda.

Artı:

Ortalama eğitimin üniversite mezuniyeti olacağı 150-200 yıl sonra bile, bugünkü okuryazarlığın kültürel sindirilmemişliği durumu hala sürüyor olacak. Yukarıdaki bölüm de aynı nedenle böyle olacak. En az 3-4 kuşak o eğitimi almış olması gerekiyor.

Birinci Dünyalı ve Birinci Dünyacı gelecekçilerin geleceği kesinkes, insanların % 90’ı için, 18. ve 19. Yüzyıl’daki proleteryanın durumundan beter olacak. % 5-10 o beyaz-ütopyayı yakalayabilir. Bu da en çok 1 milyar kişi eder. Geri kalan 10-15 milyar kişi sürünür.

18. Yüzyıl Aydınlanması’nın, yaratanları için bile kurtuluş getirmediğini biliyoruz. Çünkü yola çıkarken menzilin bu olacağını öngörmemişlerdi ve ona göre mevzi almamışlardı (örneğin ‘Ansiklopedi’ yazarlarının hiçbiri o ansiklopedideki bilgileri sindirmemişti). Ya da diğer bir deyişle boş düşünmüş ve boş konuşmuşlardı.

Genel gelecek, nükleer savaş olasılığı dışında, salınımlı olacak. Dünya nüfusu arttıkça salınımın genliği düşecek, dalga boyu uzayacak. Yani kalabalık yavaşlama ve sünme yaratıyor. Dünya sisteminin henüz dikkat etmediği bir sakınca bu.

Eksodusçu uzaycılar henüz hiçbirşeye hazır değil. Gagarin’den başlayarak hiçbir fiili uzaycı, geleceğin uzaycılaştırılmasına çabalamadı. Bilimkurgu roman yazarları çok daha fazlasını yaptı ama Soğuk Savaş bitince, onların da gerilimi indi ve kitleye verdikleri itme vektörü küçüldü. Gazetelerde her gün uzay haberi çıksa da, kitle uzaya tümüyle ilgisiz, çünkü dar ufuklarının dışındaki hiçbir şeye ilgi duymuyorlar.

Bilgiciler epeyi kalabalık altkümelere belli belirsiz dağılmış durumda. Örneğin, henüz hiçbir resmi disiplinlerarası eğitimci yok. Hiçbir gelecekbilimci disiplinlerarası değil.

Entellektüeli beyaz kuvvet entelejensiya sayan ikitdarperverler açısından sorun yok. İnfokratların ve kognikratların, bürokratlardan ve teknokratlardan farkı şimdiden kalmadı. Diğerleriyse, dağınık konumlanmış ve yönünü henüz çizmemiş durumda. (Bunda asıl neden G-8 içindeki Doğu-Batı çelişkisi (Kanada’yı sayma: 4 Batı: ABD, Fransa, İngiltere, Almanya; 4 Doğu: Rusya, Japonya, Hindistan, Çin ki ileride Doğu-Doğu çelişkisi çok çok sorun olacak, çünkü bunların hemen hepsi kendi arasında hala barış anlaşması imzalamadı) ve AB-ABD çatışmasının henüz algılanamaması.)

Bu durumda, bir ‘neo-entellektüellerin, kognitif-infokrat, neo-aydınlanmacı beyaz devrimi’nden söz edemiyoruz.

Neden söz edebiliriz peki?

İnternet sanal süper bilgi adaları yaratamadı. Bu çok çok önemli bir başarısızlık. Hatta ilerlemeye dürtelenmeye gerekmeyenlerin durumu dışarıda bırakılırsa, durum çok vahim: Engizisyon ve faşizm internet aracılığıyla daha çok yayıldı. Dünya vatandaşlığı internet aracılığıyla yaratılamadı ki zaten boş bir düş ve yalan bir söylemdi. Neo-globalizmin demokrasi istediğinin yalan olduğu gibi.

Bunun yerine, Nauru’da Einstein yaratılabilir oldu. Daha önceki Einstein, en küçük erkek çocuklarını ‘flaneur’ olarak serbest bırakan, artı değer sömürgeni ve rantiyecisi Yahudi azınlık sayesinde olmuştu. Özgür İsrail çok daha fazla Einstein yaratsa gerekti ama öyle bir şey olmadı.

Tarih yeni bir Orta Çağ ve Fetret Dönemi’ne girdiği için, gönüllü veya gönülsüz artı bilinçli veya bilinçsiz bir hafriyat kuşağı (ya da kuşakları) ortaya çıkmakta. Bir veya iki sonraki (diyelim 2000 doğumlu) neo-entellektüel kuşağı olağanüstü zorlamadan 150 yıl yaşayabilecek. Şimdi bile %oo 1 oranlık 100 yaşını aşmışlar kuşağı (Japonya’da) olabildiğine göre, 10 milyar kişide 1 milyon kişilik bir entelektüel-yaşlı kuşağı henüz hesaplayamayacağımız bir bilgisel devrim yaratabilir. Bu kuşak 1 milyon yıl yaşamaya sıçrayabilir veya yeni çöküş süresince yeni hafriyat (nadaslama ve fermantasyon) kuşağı olabilir.

E tabii her zamanki gibi, bu koyu gri gökyüzünde yeterince parlayabilecek dahiler de olacak. Şunu anımsayalım ve acısına katlanmayı öğrenelim: Engizisyonlarda bile dahiler çıkıyor ve feci harcanıyor. Daha da önemlisi, Aristo’yu Hristiyanlık’a aykırı olduğu halde mükemmelleştiren, yitik katipler kuşağı gibi, dahi olmadan dahi olan veya dahice işler yapanlar da olabiliyor. Tarihin cilveleri işte.

Toplamda düşünürsek:

Bir tür saçılma dönemine girdik. 11 Eylül’den beridir dünyanın tüm akil insanları kıblesini yitirdi. Tek kutup ABD kıble olamaz. En azından kendine insan diyen düşüncüler için.

Şimdi geliyoruz metafizik bilgiye: Bu durumda görmek için gözlerimizi kapatıyoruz. O nedenle kadın zensufiler gelecek, belki geldi bile. Cennete gidiyorum derken cehennemde soluğu alan, ilk gerçek kadınlar kuşağı geliyor. Çok acı çekecekler, çünkü en güçlü düşmanları erkeklerin dünyasını daha da güçlendiriyor olacaklar.

Bundan sonrası ma dansının esintisi yalnızca…

Tuesday, October 24, 2006

Meta-Kognisyon

Kendimde bir ötebili bölümü olduğuna kani oldum.

‘İd-ego-süperego’ya bir üstbölüm daha eklemiş oldum.

Bu meta-kognisyon resim dilinin sözel dile, onun da mantık ve matematik gibi, öte-dile dönüşmesi gibi bir şey. Dolayısıyla birden çok meta-kognisyon olabilir.

Sorunu böyle ortaya koyunca, iç dünyam daha dengeli ifade edilmiş oldu.

Ayrıca, bir meta-meta-kognisyon kırıntısı da var.

Kitaplığıma ve son 1-2 yılda okuduğum kitaplara baktığımda, hep kuramsal eserler aklıma geliyor, hiç kurmaca gelmiyor (polisiye ve bilimkurgu roman hariç). Sanırım birkaç onyıldır süregelen bu süreç beni bu duruma evriltti.

Eğer, ihtiyarlığımda yavaş da olsa, entellektüel kalırsam, hem meta-meta-kognisyonum evrilecek, hem de meta-kognisyonumu daha açıkseçik ifade edebilir olacağım. Örneğin, bendeki kognisyon süreçlerinin duygusal olduğunu açımlayamadım henüz. Öyle olduğunu belirtiyorum ve ipuçlarını imliyorum ama tam açılım ortada yok.

Bilisel yanımı besleyen duyguların yönelim, yoğunlaşma, güdü / içdürtü ve uzun sürelilik olduğunu daha önceleri yazmıştım. Tabii bir de açlık / susuzluk, yani yoksunluk (deprivation) var. Bilgi eksikliği duygusu bende hep vardı, hala var. Bu, öğrendikçe bilmediğinin artması değil, taa çocukluktan kalma, tıpkı beni şişko yapan açlık dürtüm gibi bir dürtü. Bilgi şişkosu olsam da, bilgiye doymuyorum. Hatta bu, ‘aneroksia nevrosis’in tersi olan sürece bile benzeyebilir. Obezlerin yedikçe acıkması gibi bir şey.

Tabii, buradan bilgi sindirmeye geliyoruz. Bilgileri sindirmeyip, saf bilgi olarak saklıyorum. Onları duyguya çevirip egomu doyurmuyorum. Oysa, Freud’un da belirttiği üzere, küçük burjuvalar hep süper egolarını tatmin için kognitif davranışlarda bulunurlar.

İd, ego, süper-ego, meta-ego eksenine, dikey olarak içedönük-metafizik ve dışadönük-fizik çakışımı gerekli. İki tarafın orta noktası ego-süperego arası ve tutum-davranış arası olmalı. Bu durumda, tutum-davranış ekseni eyleme karar verme anında orijin / sıfır noktasında olur.

Monday, October 23, 2006

Mehmet Eroğlu ve 'Kusma Klübü'

Bir kitap, tüm ana konu kalıbıyla alınır ve bir tek açıklama konulmazsa, bu ne demektir?

‘Kusma Klübü’ ‘Dövüş Klübü’nün tıpkısının aynısı.

Mehmet Eroğlu bunu ilk kez yapmıyor. ‘Yavaşlığın Keşfi’nden de ‘kafa derisinin çevresinde dolanıp kafatasını delmeden çıkan kurşun’ intihali var.

Orhan Pamuk da benzerini yapmıştı. ‘Beyaz Kale’ bir İspanyol yazarın romanının tıpkısının aynıydı.

Türkiyeli yazarlar intihale bayılıyor doğrusu…

Sunday, October 22, 2006

Zeynep Tanbay ve Orhan Pamuk

Bugünkü Radikal 2’de Tanbay Pamuk ile ilgili bir yazı yazmış. Yazının bir spotundan alıntı:

“O sürüden ayrılmış, tek başına ilerliyor ve geriye kalanların boş dünyalarına gerçeği söyleyen aynayı bırakarak, gözden kayboluyor. Artık ona ulaşmanız da, bulaşmanız da çok zor.”

Bu kadar hata birarada, bravo…

Pamuk tam da bir sürüye katıldı: Bilderberg toplantıcılarının, masonların türdekilerin simgelediği güç dünyasına… Beyaz kuvvet oldu. 11 Eylül 2001’de Manhattan’lı olduğunu yazmıştı, şimdi tam Yanki oldu. Bu Yankilik bir simge, en güçlü olanın yanında yer alma köleliği: Tipik bir entelejensiya davranışı…

Pamuk 1971’de neredeydi? 1980’de neredeydi? Neden bir tek kuramsal yazı yazmadı? Kuramsal yazı yazmadan, sanatçı, aydın, yazar, siyasetçi olunuyor mu?

Peki, Tanbay neden Pamuk’u yüceltiyor? Öncelikle Tanbay bir dansçı. Dansçılar en apolitik sanatçılardandırlar. Aynı zamanda hedonisttirler. Devamında Tanbay, zaten zamanının çoğunu Türkiye’de değil, yurtdışında geçirmiş. O da, yaşı tutsa da, 1971’den, 1980’den uzak, Türkiye gerçeklerinden uzak.

Tam tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.

Sonuçta: Pamuk gibilere ulaşmak da, bulaşmak da çok kolaydır.