Thursday, April 11, 2013

İnsanlar İnsancıklar


11.03.13,12:10.

İNSANLAR İNSANCIKLAR

8 Aralık 2012 ayağımın kırıldığı gün, 8 Mart 2013 bir haftadır Beyoğlu’nda insanlar seyredebildiğim gün (arada yatalaktım).

Arada ben mi değiştim, yoksa bazı şeyler daha mı görünür oldu bilmiyorum:

İnsanlar sünmüş, çirkinleşmiş, laçkalaşmış görünmekte gözüme...

Örneğin gençkızlar feci çirkin ve oysa ki yaşamlarındaki tek gayeleri güzel görünebilmek...

Kuramsal açıklama, çözülen cumhuriyet kültürünün güzelliklerinin gidip, olağan çirkinliklerin görünür olması: Teyzelerimin feci çirkinlikleri gibi...

İronik olarak kendim hakkında feci iyimserim. Yeni Orta Çağ’a üzülmekten, hatta ona aldırmaktan da vazgeçtim. Sonuçta rönesans, ben öldükten sonra da olsa, er veya geç gelecek o kesin...

Gramsci rıza demiş, bence onay ve hatta destek: Kitle bu rezilliğe yönelik olarak, iktidar seçkinlerine feci destek vermekte...

Bakalım...

Sonuçta, yola devam...

Thursday, October 18, 2012

Ekim 2012 = 2 Günlük Günce


15.10.12, 15:35.

MEDİKOTOBİYOGRAFİK MOMENTİM

En önemlisi, bir dişim kendi kendine kırıldı. Az da olsa çürümüş. Kökü çenemde kalacak. Dişçiye gitmem.

Bu diş, üst-sol ortada sağdan sola 5. ve soldan sağa 3. diş.

Eylül ayında 1 hafta ağır grip oldum. Onun için aldığım okaliptüslü olips şekeri dişin dağılmasına katkıda bulunmuyş olabilir.

Giribi, artık kronikleşmiş ve durup duruken nedensiz gibi görünen biçimlerde nükseden ürtikerim neden oldu. Düzensiz olarak Prednol (kortizon) alıyorum. O bağışıklık düzeyimi düşürüyor. Üşüme ve terleme nöbetleri geliyor.

Yaklaşık 8 aydır Nervium ve Remeron almıyorum. Hapların getirdiği aptallakı gitti. Cinsellik dürtülerim arttı. Bunda psikolojik durumumun biraz düzelmesinin de payı olabilir.

Artık yarı yarıya kötürüm ve bunak durumdayım. Sorun hangi anda sağlam, hangi anda hasta yanımın işlediğinde.

Her 2 ayak bileğim de burkulmanın etkisini taşıyor. Sol bilek, 2007 Ocak’ta burkuldu. Sağ bilek, 2012 Ekim başında veya Eylül sonunda burkuldu.

Son 5 haftadır her gün en az 10 kilometre yürür ve sokakta en az 8 saat kalır durumdayım. O nedenle, dizlerim oldukça gıcırdıyor ve akşam yatınca sızlıyor.

Zihnim çok açıkseçik durumda. Yazma miktarım düştü ama düşünme miktarım düşmedi. Eylül 15 – Ekim 15 arasında 20 kitap okumuşumdur.

Prednol ilk alışımda midemin canına okumuşku ama bu kez düşük ve aralıklı dozlarda aldığım için, mideme bir şey olmadı gibi.

Akciğerlerim, oldukça sıcak geçen Eylül ve Ekim’in etkisiyle oluşan terlemelerimin etkisiyle oluşan üşümelerimin etkisiyle çabucak doluyor ve akşam yatınca soluk almakta zorlanıyorum.

Üşüme korkusuyla ve yine kortizonun bir yan etkisi olarak, son 2 yazdır yaşamımda ilk kez yazları bile hep sıcak suyla yıkanıyorum.

Kabız olmasam da, beslenmemin parasızlık nedeniyle, oldukça ekmek ağırlıklı olmaya dönmesiyle, dışkılamam yavaşladı. Kuru kayısı veya taze sebze yiyince, hemen eski gevşek bağırsaklı kişi oluyorum.

Sartre’ın yakındığı üzere, yalnızca organlarından söz eden yaşlı insanlar biri olmak üzereymiş gibi algılanabilecek olsam da, günce-sever biri olarak, bu medikotobiyografimi keşke daha sık ve çok yazsaymışım diyorum. Hastalıklarımın tam tarihini içeren bir kronolojik döküm, oldukça işlevsel olurdu.

Sonuçta, % 50 sağlıklıyım ve bu bana yetiyor.

*

17.10.12, 12:30.

SON 50 KİTAP

Ekim 2012 itibarıyla 215 kitap ve +30.000 sayfa tamam.

40.000 sayfa ve 267 kitap için, son 50 kitap daha yazılması gerek.

50 muhtemel kitap listesi:

20 YY
10 gelecekbilim
5 rüya
5 sinema
5 derleme ve/ya yazılı metin-dışı kitaplar (foto gibi)
5 diğer
= 50

Bu taslak epeyi değişebilir. Örneğin, gelecekbilim ve sinema konularını zaten yeterince yazmış durumdayım. Yazma odaklanmam onların dışına kayabilir pekala. Ancak günce ve mektup geriye kalan kitapların sayısını tamamlamaya yeter tek başlarına. Bunu daha önce de belirttim (Nesirlerim = 215 Kitap dosyası).

Beni asıl ilgilendiren, tek tek ve yeni artı sapa konular. Örneğin, son 1 haftada müzik konusunda 1 kitap doldurmaya yetecek denli (30 veya daha çok sayıda makaleli, bakınız: Musiki dosyası) makale yazmışım, bunu ayırsadım ve en azından içindekilerini derledim (kopyala-yapıştır konusunu çok yavaş ilerlettiğim için uğraşmadım, bıraktım). Devlet ve yeni orta çağ konularında 1’er kitap tamamlamak isterim ama tamamlayabilir miyim bilemem.

Nokta. Şimdilik.  

Labels: , ,

Saturday, January 21, 2012

SPEKTRUM 2 Pİ 3

17.01.12, 20:00.

SPEKTRUM 2 Pİ 3

Bilgi-öte’yi yakın bir zamanda tasarlamıştım.

Bu akşam onu yaşadım, ‘Fulltime Killer’ filmini seyrederken ve seyrettikten sonra.

Nasıl bir duygu ve düşünce idi?

Vecdden yukarıda bir duyguydu. Kulaklarım uğuldadı, gerçekten. Öyle olması gerekmiyordu ama bugün beynimi zaten aşırı zorlamıştım. Bu gece panik atak bile yaşayabilirim.

Duygu geçecek. Düşünce kalacak. Kalan düşünceyi yazacak birkaç onyılımın daha olacak olması, mucizeden öte bir şey.

Buna, ‘Wikipedia’nın çözülmemiş bilimsel problemler listesini kattığımda, gerçek uçuşlar yaşayacağım. Şimdiye kadar yaşadıklarım da gerçekti ama bunlar neo-real ve neo-meta.

Buna inanamıyorum. Daha bugün öldüğümü düşünüyordum.

Başlığın öyle olmasının nedeni, duruma 2.-3. düşünce / bilgi turlaması sırasında ulaşılması.

İpucu: Nasıl ki tümevarım-tümdengelim arasında ‘1 ters + 1 düz’ türü (her 2 yöne de) dikişler sözkonusu ise, burada da eski yapılıp yeniyi aşmışlarla, yeni yapılıp yeniyi aşmışları tümüyle raslantısal bir ardışıklık karışımında izlemek sözkonusu. Bu bir düşünce koreografisi, doğaçlama ama benim değil, yaşamın doğaçlaması. Son 2 günde yaşadığım en az 5 olay olmasaydı, bunları yazmış olamazdım.

5 = kapalı galeri, açık galeri, sergi, 1 filmcik, 1 film.

1 ve 2 peşpeşe olmalıydı. 4 ve 5 peşpeşe olmalıydı. Sergi izlenimi ortada olmalıydı. 2 filmi ancak bugün, sergiye gidişimden dönüşte belli bir saatta birarada bulabildim, dün değil, daha önce de değil ama aynı satıcı adam hep oradadır.

Gerçekten bilgi konusunda çok şanslıyım. Bunu ben bir daha yaratamayabilirdim. Araya 11 yıl önce yapılmış ve (sarı) sinema açısından bugünden daha ileride bir Johnnie To filmi girmeseydi.

Labels: , ,

Friday, January 20, 2012

AKCİĞERLERİMDE GAZOZ TADI

20.01.12, 12:00.

AKCİĞERLERİMDE GAZOZ TADI

Bu sıralar hava çok soğuk.

Aşırı soğuk akciğerlerimi mahvediyor. Geçmişte kezlerce akciğer kanaması yaşadım. En son 10 yıl kadar önce yaşadım. Geçen seneki ağır gripte bile akciğerlerim kanamadı. Dün akşam ağzımda gazoz tadı vardı. Gazozda karbonik asit vardır ve akciğerlerde karbon dioksit salınımı için kullanılır. Gazoz tadı ağzıma geldiğinde, akciğerlerimin kanı soluğuma karışmış demektir.

Bu bir hastalık. Burada sorun yok.

Artık ölüme karşı hiçbirşey duyumsamıyorum. Burada sorun var.

İntihar etme yetim yok. Alkol görünüşte bir bakıma intihar aracıydı, çünkü kardeşlerim de öyle yapıyor.

Ancak bu intihar etme eğilimi değil. Türkiye ve Reha kafa üstü iniyor. Eskiden sabırla ölmeyi bekler, nekahat dönemi geçince de, yeniden yaşama dönerdim. Artık yaşam yeniden dönecek, ne gücüm var, ne de isteğim.

Bunu da kezlerce yaşadım ve yazdım. Ancak artık yaşlıyım.

Bir şiirin ilk dize bu:

“Akciğerlerimde gazoz tadı”

Son dizesi de şöyle olacak gibi:

“Nihayet ölüm çok şükür”

Dipnot: Bundan sonra epeyi şiir yazacağım gibi, çünkü içinde bulunduğum durum aczi aştı.

Labels: , ,

Tuesday, January 17, 2012

2011 İçin

İnsan yaşlandıkça gelecekten pek bir şeyler ummamaya başlıyor. Türkiye gibi bir yerde, yeninin eskiden kötü olmasına alışa alışa, Pavlov’un köpeği gibi olunuyor: Her yılbaşında tüylerimiz diken diken oluyor.

2011 seçim yılı. 2012 de seçim yılı. 2013, gelecekbilim hesabıyla, Türkiye için ekonomik kriz yılı. Teğet geçirtilmiş gibi yapılan, 2008 ve aslında olağan yılı olan 2015 krizi, erkene alınmış duble kazıklı yol olarak, bizlerin münasip bir yerine girecek.

Türkiye’de yaşlanmanın tuhaf bir yönü de var: Toplumsal sorunlar sana pek dokunmamaya başlıyor. (Bu durum, bizden zengin ve bizden fakir başka ülkelerde nasıl bilmiyorum.) Asıl yük gençlerin omuzuna biniyor.

Bu durumda bakıyorsun:

ABD bastı 1 trilyon dolar, AB bastı 1 trilyon dolar (666 milyar avro); bunların % 5-10’u Türkiye’ye çook sıcak para olarak girecek. 2 seçim salvosu ile bizimkiler, yok yakacaktı, yok yiyecekti, yok seçim gecesi nakit yardımlarıydı derken, en az 10 milyar dolar basacak.

Sonra mı?

Sonra, deniz ve para bitecek.

Ne zaman mı?

En geç 2013 Haziran’da.

2,5 buçuk yıl sonrası için üzülmek istemeyebilirsiniz veya 2,5 yıl sonraki kriz için şimdiden önlem almaya çabalayabilirsiniz.

Ben, ikincisini yeğlerim.

36 içkili yılbaşından sonra, 1 yılbaşına ilk defa içmeden girdim. 2011’in alkolsüz bir yıl olacağını sanıyorum ama başka o kadar çok sağlık sorunum çıktı ki içkiye geri dönmeyi bile düşünmeye başladım.

Benim durumumla, Türkiye’nin durumu benzeşiyor: Hasta gidici, elden gelen sonu birazcık daha uzatabilmek.

Ne öleceğime üzülüyorum, ne de Türkiye’nin yok olacağına üzülüyorum.

Öğrenilmiş çaresizliğin tevekkülü: 2011 bu işte...

Labels:

Sanal Bir Fotoğraf Sergisi

Acaiplikte üzerime olmadığı için, sergiye gitmem de acaip bir biçimde başladı. 16 Ocak günü Kasımpaşa’dan yayan yola koyuldum.Yolda aklıma, müzelerin ve galerilerin pazartesi günleri kapalı olabileceği geldi. Aklıma gelen başıma geldi. Hüsranla yine yayan geriye döndüm.

Ertesi günü yine yayan yola koyuldum. Galeriye vardım.

Bu arada, memleketimin kentlerine kağ yağmakta ve ortalık Kerbela’ya dönmekte idi. Kardan çok, kaya tuzu patinajı yaptım. Bankalar Caddesi, bazı yerlerde 3 sıra araba ile dolu idi.

Behzat Ç.’nin koruma görevlileri için söylediğinin geçerli olduğunu düşündürtebilecek bir biçimde, tuhaf bir yol tarifi ile içeri girdim.

İlk genel izlenimim şu oldu: Hani, küçücük bir hediyeyi kat kat kağıtlara sararlar da, kocaman bir paket olur ya, bina öyle bir yer işte.

Merdivenlerin en ve boy ayarı yok, ya da bizim yaşadığımız zamanların tasarımı değil. Öyle, çünkü bina yüzyıl öncesinden kalma. Yürüme biçiminizi değiştirtiyor ya da tökezliyorsunuz.

Tuhaf olan şu: Bina içinde yazılı veya görsel hiçbir yönerge yok. Merdivenlerin lokasyonu da standart değil. Yani, bir felaket durumunda, orada çalışanlar bile dışarı çıkana kadar, bina çöker.

Sürreel lavabo muhteşemdi: Giriş katında, dipte sağdaki erkek tuvaletinde. Tarif etmeyeyim, tadı kaçar.

Neyse, danışmayı buldum. Onlar da beni, serginin olduğu 3. kata yönlendirdiler. Metrolarda olduğu türden, önden binilip, arkadan inilen bir asansörle yukarı çıktım. Yine, yönerge yoktu. Önümdeki kapı açılmayınca, çevremde dönenmem gerekti.

Kare ‘U’ biçimi, 3 çeperli, 30 metrelik bir tur atıp, salona girdim.

Serginin tasarımı:

3 ekran var. 1’i dışarı ses veriyor, 2’si kulaklıklı. 1.’si kulaklık taksan bile, diğer ikisinden duyulacak denli güçlü olarak yayında. Yayınlar döngülü ve baş-son açıklaması yok.

‘Açık arşiv’ ile ne düşünülmüş bilmiyorum ama negatiflerin kutularının özgünlerinin oraya konması da, kopyaların oraya konması da anlamsız / sakil kalmış.

Tabii, ortada negatif yok. Yine, labirentperver birinin tasarımı olan bir biçimde, bir karanlık odaya girip, 40x10 = 400 gibi bir görüntü dizisini 10-10 birarada izliyorsunuz. Şekil yapmışlar, gruplamışlar ama yine yazı yok.

Bundan sonrası küçük bir skeç:

2 ekranlı salonun arasındaki salonda  3 sandalye ve 3 ekran var. Bilgisayarlarda, fotorafları pozitif olarak izleyebiliyorsunuz.

Önce, 2 yanımda 2 kişi vardı. Biri sağıma, diğerinin yanına geçti. 1’i babasının, dayısının ve annesinin fotoğrafını buldu. Üstelik, fotoğraflar etiketlenmişt, yani biri onlara doğru ad iliştirmişti.

55-60 yaşında oldukları için, konuyu anlamaları mümkün olmadı. Elimden geldiğince, kendi anladığım bilgileri onlara aktardım.

Bu arada vazifeşinas bir görevli gelip, biraz açıklamada bulundu.

Yine bu arada, bir çift geldi. Diğer 2 kişiye açıklamalarımı dinlerken, bana bazı sorular sordular.

Sonuçta, kısa ve güzel sohbet oldu.

Ancak sorun şu:

Kimse orada kendi kendine yol bulamaz. Özellikle de, bu fotoğraflara meraklı olabilecek, nostaljifilik ama teknofobik 50 yaş üstü kuşağı.

Tüm bunlar sunumla ilgili kişi olan ve geçmişte hocam da olmuş olan Vasıf Kortun’a ait olan bu tasarımmlar, ona epeyi eksi puan yazdırdı. Bu arada müzecilk lisansüstümü okurken, bunları da mı düşünemeyecek eksiklikte mi olunabileceğini düşündüğümden daha eksikçe, bilgisizdi sergiyi gezenler. Özellikle, karanlık odada duran 2 genç çift, sergiden hiçbirşey anlamadan sıkılıp gittiler.

Gelelim içeriğe:

10 üzerinden 11.

Eskiden yılda 100 sergi gezerdim. Yeni moda, gecikmiş post-modernist, şeyselleşmiş yığmaları görmekten gına geldiği için, yılda 10 sergiye düştüm. Ancak son 25 yılda, epistemolojik, kognitif, informatik açıdan bu denli yoğun birikimli bir sergiyi görmedim.

Neden böyle?

Çünkü orada sıradan insanlar var. Hani, Benjamin’in marksist-sosyalist estetiğe kattığı, gündelik yaşamın kültürolojisi olarak proleter-popüler-banal kültürün doğrudan ürünleri.

Sergiden önümüzdeki 100 yıl içinde, 1.000 kitap çıkarılabilir. Kastettiğim, tek başına fotoğraflar değil, onları okuma sonucu elde edilecek eserler. Bir olasılık, eğer hepsi internete konursa, 10 tanesini ben yazacağım.

25 yıllık seyyar kitapçılık yaşamımda milyonlarca kare fotoğrafı beynime kaydettim. Bu konuda 2012 itibarıyla tekim. Tek olduğum başka bir durum var: Disiplinlerarasıyım. Yani, o negatiflerin tekniğini, fotoğrafların konularını, asıl önemlisi fotoğraf konusu olan insanları, kanlı canlı olarak, görsel, işitsel veya yazılı olarak tanımam ve bunlardan sentezler ve praksisler üretebilmemin mümkünlüğü.

Sergi bu nedenle biricik örnek.

Arada, sergi sırasında aldığım notlarımı özetleyeyim:

Aras Yayıncılık’taki konuyla ilgili kişi, aşırı azınlıkperver, kimlik faşizminden habersiz, o fotoğraflardan çıkarılacak bilgileri bilse, o arşivi yok edecek biri. İnanılmaz tarih bilinçsiz biri. Yani yanlış insanlar, doğru işler yapabiliyor.

Bu işi yapması gerekenlerden bri olan Gültekin Çizgen, acaba kendi arşivini bu denli titiz koruyabildi mi?

Nasıl ki 2.000 sözcük bir dile başlamak için temel tabansa, 2.000 fotoğraf da fotoğraf okuması için temel taban. Bu sergide böyle en az 100 tane taban var.

Bu kadar eşcinsel erkek fotoğrafı olması, hele bazı pozlar inanılmaz. 2012’de bile, bir fotoğrafçıda o pozları veremeyecek çok eşcinsel erkek tanıyorum.

Fotoğraflar her demografik gruptan örnek taşıyor.

Videolardaki teknik işleri yöneten de, foto-realist işler yapan da, sanat ve tarih bilinci taşımıyor. Denizdeki balık denli denizden habersizler.

Dönelim sonraki çıkarsamalarımıza:

Ayna yansıması dışında, daha önce başka yerlerdde gördüğüm fotoğraflardan çok farklı grup örnekler yoktu. Grup içi çeşitlilik çok yüksek yalnızca.

Benim daha önce elime geçen ve dağınık olarak sattığım biçimde, aynı kişinin 3-5 yılda birlik portreler dizisi yoktu.

Fotoğraf dizilerinde daha önce çalışılmamış bir konu olan, kadınların ağda biçimi, bu negatiflerden çıkabilir. Bu denli ayrıntılı çalışma yapılabilecek mi, bilmiyorum.

Son olarak:

Bu metni bana yazdıran 20 kişiye ve emeklerine teşekkürler.

Labels: , ,

Sunday, January 15, 2012

Tuhaf Bir Yılbaşı Gecesi

01.01.12, 00:05.

TUHAF BİR YILBAŞI GECESİ

Geceyi Wikipedia’da bilimlerin çözülmemiş problemlerini tarayarak geçirdim.

38 yıllık bilim serüvenimde, insanlarla bilim konusunda hemen hiç uyuşamadık.

Bunların bir bölümü, Wikipedia’da olmayıp, gerçekte sorun olan şeyler. Örneğin:

Matematikte analizden sonra, yeni sistematik bir dal kurulamamış olması, kimseyi yadırgatmıyor; keza küsurlu türev kendine tenha köşelerde yer bulabiliyor. Benim kanımsa, temel bilimlerin tüm denklemlerinin yalnızca türev-tümlev denklem dizileriyle dile getirilemeyeceği yönünde. Yani, hem matematik dili somut durumlara izdüşmüyor, hem yeni matematik dillerine gereksinim var, hem de yalnızca matematik dilinin mutlaklığına güvenilemez. Ancak kimse bunları görmüyor.

Bu nedenle, ne gensiz canlılarla ilgileniliyor, ne de genetikteki birebir neden-sonuç işlemeyişi gözönüne alınıyor.

Daha da vahimi: Poliyalektik kavramıyla, BÜ felsefe bölümü bile ilgilenmedi.

Bilgi yuvaları olması gereken üniversiteler, resmen Orta Çağ skolastiğini işliyor duruma geldi. G-7 için de durum böyle.

Bunların yanında bir de, yeni bir internet yazarlığı teklif aldım. Böyle bir teklifin tam da yılbaşı gecesi gönderilmesi bana tuhaf geldi. 1 hafta içinde yanıt bekleniyor ama pekala 1 hafta içinde yanıt veremeyecek durumlar olabilirdi; sınav dönemim olabilirdi, yılbaşı tatilini uzatan bir CEO olabilirdim.

Her 2 durumu da birleştirince, bilgi kaynağı olan internet, aynı zamanda ‘bilgi azaltan bir öğe’ durumunda da demek oluyor.

Labels:

Friday, January 13, 2012

HÜMAN’DAN POST-HÜMAN’A GEÇERKEN

03.01.12, 19:45.

HÜMAN’DAN POST-HÜMAN’A GEÇERKEN

Ben bir bakıma şanslıydım.

Bir: 1,5 yaşımda geçirdiğim ölüm tehlikesi, beni insan olmaktan uzaklaştırmıştı.

İki: Ailemde de görülen paranoyak şizofreni eğilimi, beni özdeşleşmeden uzak tutmuştu. Yani, aslen asla bir insan olmadım gerçekte.

Ancak, doğa (çiçek böcek) yanımın, bahçeli bir evde doğmuşlukla beslenip, zaman içinde körelmesi gibi; insan yanım da önce, gayet insanca bir yaşamla beslendi, sonra küçüldü.

Diğer bir deyişle aslen trans-hüman’dım.

Böyle böyle, geldim 45 yaşıma.

18-45 yaş arasında zaten gelecekbilimi sürekli çalıştım. Ancak internetin ilerlemesi, bana transhümanizm alt-başlıklarını okuma yolunu açtı.

Baktım, dünyada benim gibi milyonlarca kişi var. Bir de, hüman’dan post-hüman’a giden onlarca yol var.

Acilen o yolları, kendi astandart nekrografimi ve kişisel seçme eğilimlerimi listeledim.

Genelde olduğu üzere, Kafka ve Fassbinder seçeneklerinin bile bana negasyonla yaraması gibi, bunlar da bana yine negasyonla yaradı.

Diğer bir deyişle, bunlar bana ulaştığında, açabilecekleri az sayıda kapıyı açmış ve kırılmış ve bir daha kullanılamayacak enkaz sırça anahtarlar olmuşlardı.

Sonuçta 2005, 2001’den 4 yıl sonraydı, epeyi süre. 2001 zamanımızın kıyameti oldu ama hala buna ayan çok az.

Dolayısıyla, tekno-liberallerin icadı olan kavramlar, tekno-liberalizm ve ana akım olağan liberazimle birlikte çökmüşlerdi.

2011 bunun ölüm hükmünün uygulandığı yıl oldu. Şu anda duyduğum özgürlük hissi oradan geliyor. 2012’deyiz, ne de olsa.

Post-hüman olarak, İngilizce yazdığımda gördüğüm üzere, henüz bana (şu andaki momentime) intikal eden yok. Ancak, ben şu anda hala Kuilman’dan ve kuadralektikten habersiz de olabilirdim. Adam beni buldu. Ya, bulmasaydı? (Onun yazdığını, yazıldıktan 2-3 yıl sonra okudum, öyle denk geldi.)

Benim poliyalektiği arayıp da bulamayıp da, dünyada kuruyup giden 7-70 beyin olduğuna eminim. Ancak bu, gelecek 7-70 beynin şansını arttırdı. Benim negatif şanslar yasası hala işliyor. Lehime ve aleyhime olması, hiç farketmiyor.

Örneğin, yazdıklarım nedeniyle bana ulaşıp, benden metin talep eden onlarca kişi oldu ama hiçbiri yazdıklarımı anlamış değil henüz.

Ancak bu anlaşılmayacağım anlamına gelmiyor. Kuilman’ın beni şakkadanak ilerisinde görmesi gibi, ben de gencecik bir 4. Dünyalı’nın önümde yerden bitiverdiğini sevinçle görüvereceğim.

Bense, reel post-N-hüman adımcıklarımla yürüyor ve ayakta ölüyor olacağım. Tabii, kayıt da bırakacağım.